HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN, DİLSİZ ŞEYTANDIR!


HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN, DİLSİZ ŞEYTANDIR!

Öncelikle bir ayı aşkın bir süredir sosyal medya hesaplarımda paylaşımda bulunmadığım için, beni merak edip arayan ve mesaj gönderen tüm kardeşlerime, dostlarıma ve arkadaşlarıma çok teşekkür ederim, varolsunlar.

Ne yazık ki, bugünlerde sağlık sorunlarımın yanı sıra bazı maddi ve manevi sıkıntılarla mücadele ediyorum ama endişeye mahal yok, Allah’ın izniyle geçmişte olduğu gibi, bugün de, yarın da mücadeleden vazgeçmeyeceğim, çünkü pes etmek benim fıtratımda yok.

Aslına bakarsanız, tarih boyunca “Asker Millet” olarak anılan Türk Milleti’nin bir ferdi olarak, pes etmek bana yakışmaz ve öyle bir lüksüm de yok zaten.

Bildiğiniz gibi, yıllarca devam ettikten sonra, şerefli Türk Ordusu’nu çökertmek için haince tezgahlanmış bir kumpas üçlüsü olduğu, Yargı tarafından açıkça ilan edilerek sona erdirilen Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk davaları, birer utanç belgesi olarak tarihe geçti.

Lütfen bu talihsiz süreçte benim yazdıklarımı hatırlayın…

Özgürlükleri, sağlıkları, rütbeleri ve gelecekleri ellerinden alınan ve en verimli yıllarının hapishane köşelerinde heba olmasına seyirci kalınan, oysa benim gözümde hepsi birer şeref abidesi olan, tüm Subay ve Astsubaylarımızın suçsuz olduklarına inandığımı haykırmaktan bir an olsun vazgeçmedim!

Nasıl emin olabildiğimi sorarsanız, cevabım gayet sarih olacaktır…

Rütbesi ne olursa olsun, Genelkurmay Başkanı’mızdan, bir günlük acemi ere varıncaya kadar hiçbir Mehmetçik, mensubu olduğu Türk Milleti’ne zarar vermez, veremez, çünkü bu onların fıtratında yoktur!

Bu yüzden onlara güvenmemek te benim fıtratımda olamazdı! Dolayısıyla bu davaların düşmesine en az şaşıranlardan ama en çok sevinenlerden biri oldum.

O iğrenç davalar kapandı, kumpaslar gün yüzüne çıktı ve ne mutlu ki, tüm Subaylarımız ve Astsubaylarımız hak ettikleri özgürlüklerine kavuştular, şimdi de en doğal haklarını kullanarak, uğradıkları haksızlığın hesabını soruyorlar.

Yakın tarihimizde birer kara leke olarak iz bırakan bu üç davayı, sadece şerefsiz, haysiyetsiz, Vatan haini fetöcülere mal ederek geçiştiremezsiniz! Elbet onlar 15 Temmuz gibi, bu ihanetin bedelini de er veya geç ödeyecekler!

Ancak timsah gözyaşları dökerek, ellerindeki imkanları esirgeyen TSK mensupları ve siyasiler de o duyarsızlıklarının hesabını, en azından kendi vicdanlarına vereceklerdir!

Tüm hakları gaspedilen, aileleri mağdur olan, bazı arkadaşları intihar eden, bazı arkadaşları da kahrından kanser olup ya da beyin kanaması geçirip ölen bu onurlu Subaylarımızın haykırışlarına kulaklarını tıkayanlara tek bir sözüm var;

HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN, DİLSİZ ŞEYTANDIR!

Bu konuyla ilgili olarak gazetelerde ve sosyal medyada yer alan yüzlerce yazıdan sadece ikisini aşağıya kopyalıyorum ki, Komutanlarımıza yaşatılan mağduriyeti ve haklı isyanlarını okurken, bir an için kendinizi onların yerine koyun ve hiçbir haksızlığa sessiz kalmayın.

Hukukun ayaklar altına alındığı o kara günlerde Askerlerimize reva görülen o haksızlıkları, ben asla unutmayacağım, unutturmayacağım ve affetmeyeceğim!

Bu vesileyle, 2019’da hepimiz için sağlıklı, mutlu ve bereketli bir yeni yıl diliyorum.

Selam ve sevgilerimle.

Zafer KARADAĞ
www.harclik.net
22 Aralık 2018, Taşkent

* * *

YOK ÖYLE UCUZ KAHRAMANLIK

Tutuklu ailelere destek olmanızı isterdik. Bu konu da tutuklu aileleri ile duygudaşlık yapılmasını, onlarla sürekli irtibatta kalınmasını isterdik.

İç Hizmet Kanunu, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görev ve yetkileri tanımlayan yasalar bütünü olarak tanımlanır. İç Hizmet Kanunu ve yönetmeliği; Türkiye Cumhuriyeti’nin en mukaddes hak ve menfaatlerini korumak ve kollamak görevlerini üstlenmiş olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, iç hizmetlerin ve bütün vazifelerin hangi esaslara uyularak yürütüleceğini en küçük ayrıntısına kadar açık ve kesin kurallara bağlayan kanun ve yönetmeliktir.

Bu kapsamda, İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliği; biz askerler için her şeydir. Askerliğin temeli de disiplindir. Peki disiplin İç Hizmet Kanununda nasıl tarif ediliyor; “Madde 13 – Disiplin: Kanunlara, nizamlara ve amirlere mutlak bir itaat ve astının ve üstünün hukukuna riayet demektir. “

Şimdi kendinizi Milli Güvenlik Dersinde gibi hissetmeyin. Bu tarifi şunun için vurguluyorum. Tarif içerisinde hem amirlere hem de astlara getirilen yükümlülükler var da onun için. Maddenin tercümesi şu aslında, “Askerlik bir hiyerarşi düzenidir. Ast amirlerine mutlak itaat edecek, üstlerinin hukukuna riayet etmesi de şart ama amirler ve üstler tarafından da astın hukukuna sahip çıkılacak, onun hak ve hukuku da kollanacak” diyor, yani karşılıklı bir riayet söz konusu.

Bu konuyu şundan dile getiriyorum. Yaşanılan kumpas davalar süreci gerçekten zor bir süreçti. Çoğumuz yıllarca zindanlar da tutsak alındık, büyük bir hukuk mücadelesine girdik. Suçsuzduk. Bu alenen görülüyordu. Bilim tüm dava süresince bizim yanımızdaydı. Mantık ve akıl bu davanın sahteliğini haykırıyordu. Kumpasın hedefinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) vardı. TSK’ye oynanan bir oyun vardı. Yoksa eski Genelkurmay Başkanı terörist suçlaması ile nasıl tutuklanabilirdi ki?

Yani hukuk aradık, adalet aradık ve bu mücadelemizde en doğal hakkımız olarak komutan ve silah arkadaşlarımızdan da hukukumuza sahip çıkmalarını, yani hukukumuza riayet etmelerini istedik. Tutuklular arasında astsubaydan orgenerale kadar geniş bir yelpaze olunca da tabiatıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin en büyük makamında oturan Sayın Genelkurmay Başkanımızdan ve TSK’den bizlere sahip çıkmasını arzu ettik.

Bu istek biraz önce disiplinin tanımı içerisinde de yer alıyor. “Astın hukukuna riayet” diye. Yani bu aslında Sayın Genelkurmay Başkanımızın en önemli göreviydi, astlarının, kumpasa düşürülmüş silah arkadaşlarının haklarını korumak, onların hukukuna riayet etmek… Bir lütuf değildi. Görevdi.

Yine İç Hizmet Kanunun ve Yönetmeliğinden birkaç madde ile devam edelim konuyu pekiştirmek için. İç Hizmet Kanununda amirin görevleri içinde şunlar yer alıyor: “Madde 17 – Amir; maiyetine hürmet ve itimat hisleri verir. Maiyetin ahlaki, ruhi ve bedeni hallerini daima nezaret ve himayesi altında bulundurur. Amirin maiyetine karşı daima bitaraflık ve hakkaniyeti muhafazası esastır.” Burada anahtar kelimeler; hürmet ve itimat telkin etmek…

İç Hizmet Yönetmeliği’nde bu kanun maddesi şöyle detaylandırılıyor:
“Madde 20 – Amirler, maiyetlerinin ruhlarına hâkim olmalıdır. Onların resmî veya hususi işlerinde muvaffak olmalarını temin için mümkün olan yardımları yapmalı, onların haklarını korumalı, onlara candan bir baba ve büyük kardeş duygusu ile her türlü yardımda bulunmalıdır. Bölük, eşidi birlik, uçuş filosu bölüm, bakım, ikmal ve daha küçük birlik kumandanları maiyetlerindeki subay, astsubay, erbaş ve erleri isimleri ve şahısları ile bunların hususi hallerini bilmelidir.
Madde 26 – Amirler, maiyetinin katlandığı her türlü zahmet ve mahrumiyetlere fiziki imkân nispetinde beraber katlanmalı, bir kolaylık çıkınca bunlardan istifade için nefsini sona bırakmalı ve bir zorluk çıkınca bilâkis öne atılmayı şerefli bir vazife telakki etmelidir.”

Bu maddeler üzerinden gittiğimizde şu görevler ortaya çıkıyor; “Astların haklarının korunması, astlara baba veya ağabey şefkati gösterilerek yardımda bulunulması, katlanılan zahmetlere beraber katlanılması, öne atılmayı bir vazife olarak üstlenmek… Sadece resmi değil aynı zamanda özel sorunlarında da…”

Tüm bunları, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Zabitan (Subay) ve Kumandan (Komutan) ile Hasb-ı hal (Konuşmalar)” adlı eserinden komutanı nasıl tanımladığı konusunu ekleyerek tamamlayalım.

“Atatürk’ün 1914 yılında Kurmay Yarbay rütbesiyle Sofya Askeri Ataşesi iken yazmış olduğu, “SUBAY VE KOMUTAN İLE KONUŞMALAR” adlı eseri, askerliğe ilişkin eserlerinin en önemlilerinden birisi olup, Kurmay Binbaşı Mehmet Nuri Bey (Nuri Conker)’in “Zabit ve Kumandan” (Subay ve Komutan) adlı kitabına karşılık olarak yazılmıştır.

Nuri Conker ve Mustafa Kemal Atatürk, Selanik’te aynı mahallede büyümüşler, Selanik Askeri Rüştiyesi’nde, Manastır Askeri İdadisi’nde, İstanbul Harbiye Mektebi’nde ve Harp Akademisi’nde Nuri Conker, 1913 yılında Balkan Savaşı esnasında emrindeki subaylara verdiği bir dizi konferansı “Zabit ve Kumandan” adıyla bir kitap haline getirmiştir.

“Zabit ve Kumandan ile Hasb-ı Hal” aynı yıl yazılmış olmasına rağmen Mustafa Kemal, kitabını ancak 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesini müteakip, İstanbul‘a döndüğü 1918 yılının sonunda yayımlamıştır. Mustafa Kemal’in Kurtuluş mücadelesi için Anadolu’ya geçtiği dönemde İstanbul’daki Damat Ferit hükümeti kitabı toplatarak imha ettirmiştir.

Nuri CONKER’in; “Subayın kendi bilgi ve becerisinden komutası altındakileri yararlandırabilmesi için, komutası altındakilerin güç ve cesaretlerinin toplamından daha fazla güç ve cesarete sahip olması gerekir” sözüne karşılık olarak Atatürk; “Senin bu sözünü her subay büyük bir dikkat ve ciddiyetle okumalıdır. Onun anlamını beynine kazımalıdır. Ve bilinmelidir ki, bir milletin evlatlarının önüne geçip onları ateşe sevk etmek hak ve yetkisini, ancak o dediğin güç ve cesareti ruhunda bulmuş subaylar haizdir.” cevabını sunmakla kendi nazarında subaya ne büyük bir anlam, görev ve sorumluluk kattığını anlatmıştır.”

Komutan olmak böyle bir şey… Sorumlukları çok gördüğünüz gibi… Sayın Genelkurmay Başkanına ve TSK’ye süreç içerisinde çok eleştiri yapıldı. Eleştirilerin kaynağında bu süreçte, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yaşanan zulümde sessiz kalması, silah arkadaşlarının hukukunu koruyamaması gösterildi. Bu yüzden, komutanların ve TSK’nin sessizliği, Şike Davasında Başkan Aziz YILDIRIM’a ve diğer Fenerbahçelilere sahip çıkan Fenerbahçe kulübünün vefakârlığı ile karşılaştırıldı.

Hâlbuki TSK’nin ve Genelkurmay Başkanının görevleri neydi? Tekrarlayalım:
– Astların haklarının korunması,
– Astlara baba veya ağabey şefkati gösterilerek yardımda bulunulması,
– Katlanılan zahmetlere beraber göğüs gerilmesi,
– Bir zorluk çıkınca bilâkis öne atılmayı şerefli bir vazife olarak üstlenmek…

Bu görevler kapsamında: bizim TSK ve kurumun komutanı Genelkurmay Başkanından net isteklerimizi şimdi sıralayalım:
“Hasdal’a ve diğer cezaevlerine ziyaretlerinizde “Sizden bizlere cesaret vermenizi, baba şefkati göstermenizi, bizim sorunlarımıza ilaç olmanızı, katlandığımız zahmetlere beraber göğüs germe inancınızı beklerdik. Siz anlayamadığımız bir şekilde medyaya haykırışlarımıza binaen bizim disiplinsiz davranışlarımızdan bahsettiniz. Ayağınızı denk alın dediniz. Asker olduğunuzu unutmayız dediniz. Hâlbuki biz sizden komutanımız olarak biz astlarınızın hukukuna riayet etmenizi ve bunun için mücadele etmenizi istiyorduk. Sadece hak diyor, adalet, hukuk diyor, bunları siz yapmadığınız için medyaya haykırıyor, tüm yaptığımız disiplinsizlikleri(!) adalete aç olduğumuz için yapıyorduk.

Tutuklular arasında terfi durumunda olan birçok general, amiral, kurmay albay bulunmaktaydı. Yine yaş haddi nedeniyle emeklilik sıraları gelen albayların durumu vardı. Bu konuda bu personelin haklarını korumanızı isterdik. Bu konuda, siz TSK olarak işin kolayına gittiniz. Siyasi iktidara zorluk çıkarmadınız. Sırası gelen tüm general, amiral, albayı “Bunlar bir kumpas sonucu haksız, hukuksuz tutuklular, belki de bir üst rütbeye terfi edebilirlerdi” demeden sorunsuz yüksek askeri şuralar ile emekli ettiniz. Bunun gerekçesi olarak da kadrolardaki şişkinliği gösterdiniz. Ama bizler Sayın (E) Org. Işık Koşaner’in bu sorun sebebi ile iktidar ile kapışıp istifa ettiğini unutmadık…

Tutuklu ailelere destek olmanızı isterdik. Bu konu da tutuklu aileleri ile duygudaşlık yapılmasını, onlarla sürekli irtibatta kalınmasını isterdik. Bu konuda, bırakın irtibatı, Vardiya Bizde Platformunun üyeleri günlerce randevu istediler. Bu randevu bir türlü gerçekleşmedi. Gidip genel sekreterim ile görüşün dediniz. Oysa ailelerimiz komutanlarına dertlerini dökmek, onunla paylaşmak istiyorlardı.

Aileler aranmadı, sorulmadı, arandıkları zaman iş işten geçmişti. Hepsini tabii ki siz arayamazdınız. Peki, görev verdikleriniz neler yaptılar biliyor musunuz? Tutuklu generallerin, subayların iş yerlerindeki malzemeleri, elbiseleri, ıvır zıvırlar sanki şehit olmuşlar gibi bir kutu veya torba içinde eşlerine teslim edildi. Hayatları, geçmişleri bir torbaya, kutuya sığdırıldı. Sanki bu yaşananlar bir rüya gibiydi.

Tutuklu eşlerinden oluşan Vardiya Bizde Platformu “Sessiz Çığlık” düzenliyordu, onlara destek vermenizi isterdik. Siz muvazzafların bu eylemlere katılmasını yasakladınız. Tutuklu eşleri kar, kış demeden, yaz, sıcak demeden ellerinde eşlerinin resimleri meydanlarda sessizce durdular, bir kere komutan olarak gelip “sizlerleyiz” demediniz. Hadi siz gelmediniz, sizin eşiniz diğer komutan eşleri de gelmedi. Nerede “baba, anne şefkatiniz.”

Duruşmalar, hukuksuzlar devam etti, bir kez duruşmalara bir kez dahi Silivri’ye gelip de “ne oluyor, bu adamlar bizim arkadaşlara ne yapıyorlar?” da demediniz. Hep hukuk süreci devam ediyor dediniz mesajlarınızda. Hâlbuki hukuk cinayeti işleniyordu. Hukuk mukuk yoktu ki. Gelmediğiniz bizzat gözlerinizle görmediğiniz için sizin arzu ettiğiniz hukuk yerlerde sürünüyordu, sizin haberiniz yoktu.

Davalara MSB, TSK olarak müdahil olmanızı isterdik. Ama olmadınız, olamadınız, hep uzaktan seyrettiniz. Hâlbuki çok gizli planlar deşifre olmuştu, planlar avukatların, mahkeme heyetinin ellerinde, dosyalarında geziyordu. Yunanistan basınında yer alıyordu. Siz devlet güvenliği bu, bir dakika diyemediniz. Ağabeylerinizi, emekli Kuvvet Komutanı, Genelkurmay Başkanı komutanlarınızı Özel Yetkili Mahkemeler yargıladı. Onları ÖYM’ler değil, Yüce Divan yargılamalı diyemediniz. Birilerine en azından dediyseniz de bunu kamuoyuna başınız dik haykıramadınız.

Tutuklulara mali konularda destek olmanızı isterdik. Avukat ücretlerinin ödenmesi, kesilen maaşlar gibi… Tutukluların maaşları kesintiye uğruyordu. Bir takım destekler yapılsa da bunu bir esasa bağlayamadınız. Bir kısım tutuklulara silah arkadaşlarından gönüllülük esası para toplandı, bir kısmına toplanamadı. Mesela Genelkurmay Kh.ında görev yapanlara bu noksanlık tamamlanıyordu da ama Deniz Kuvvetlerinde böyle bir uygulama yapılmıyordu. Bu konuda TSK’nın ne bir fonu, ne bir yardım vakfı vardı. Gönüllülük esasına göre toplanan parayı da ellerine yüzlerine bulaştırdılar, sonra gazetelerde çıktı, bir jandarma karakolunda Ergenekon ve Balyoz Davası için zoraki para toplanıyor diye bazı rütbeliler şikâyette bulundular. Ele güne rezil olduk…

Aynı durum avukat ücretlerinin ödenmesinde de oldu. Balyoz – 1 sanıklarının avukat ücretleri ödenmedi. Sonra değişiklik yaptılar vakıf tüzüğünde. Balyoz- 2 ve 3 davalarında sanık durumunda olanlara ödediler. Balyoz – 1 grubuna “Ne yapalım, siz şansınıza küsün” dediler.

Televizyonlarda, gazetelerde çıkan yalan haberlere tepkinizi göstermenizi isterdik. Mesela, Medyada dava ile ilgili yalan gırlaydı. Birileri göz göre Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Silah arkadaşlarınıza saldırıyordu. Bizler zindanlarda yerimizde duramıyorduk. Fakat Genelkurmay ne bir açıklama yapıyordu, ne bir ses veriyordu.

İktidarın değişik temsilcilerinin davaya yani hukuka müdahil olmalarına dur demenizi isterdik. Zehir zemberek açıklamalar yapıyorlardı. Bizler için “Bağırsak temizliği yapılıyor” diyorlardı, “biz biliyoruz bu balyoz ile ilgili karanlık planları” diyorlardı, “seminer ses kasetleri” diyorlardı.

İktidar adına Adalet Bakanlığı temsilcisi Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubuna gönderdiği Türkiye’nin savunmasında, Balyoz Davası ile ilgili imzalı belgelerden bahsediyordu, alenen yalan bilgi veriyordu. Siz de biliyordunuz bu dava da imzalı tek bir belge olmadığını. Seminere katılmanın suç olmadığını, katılanların sadece küçük bir kısmının sanık olduğunu da. Fakat ne MSB, ne de Genelkurmay ne bir açıklama yapıyordu, ne bir ses veriyordu ne de yalanlıyordu bu durumu.

Mahkemenin, Komutanı olduğunuz kurumdan talep ettiği bilgilere verdiğiniz kurumsal cevapların arkasında durmanızı, bu bilgilerin teferruatlı, doğru ve zamanında verilmesini isterdik. Mahkeme, Genelkurmay ve Kuvvet Kh.larından bazı bilgiler istiyordu. Aksine bu yazılar ya geç geliyordu, ya noksan. Bu noksan bilgilerle bazı arkadaşlarımız diğer davalardan mesela Casusluk Davası rezilliğinden cezalar alıyorlardı. Bazı resmi yazıları medya çarpıtıyordu, bir dakika biz öyle demedik ki diyemediniz, çarpıtanlar hakkında suç duyurusunda bulunamadınız, imzalarınızı attığınız resmi yazıların bile arkasında duramadınız.

Deniz Kuvvetlerinin kalbi sayılan Donanma K.lığının zeminin altında zula diye tabir edilen bir yerden asker birilerinin koyduğu çöpler arasında bir takım hard diskler, CD’ler çıkmasını bu bir güvenlik zafiyetidir diyerek araştırmanızı, bu açıklığa kavuşana kadar o deniz kuvvetlerini alarmda tutmanızı ve sorumlardan hesap sormanızı isterdik. Bunu asker bir kişinin koyduğu apaçık ortadaydı. Büyük bir güvenlik zafiyetiydi. Ama bu güvenlik rezaleti ne doğru dürüst soruşturuldu, ne konunun üzerine gidildi. Oysaki araştırılsa kumpasın ayak izleri çıkacaktı.

325 kişi için karar açıklandığında yanımızda bizim elimizi tutmanızı isterdik. Karar açıklanıyordu. Sizler yine yoktunuz. Bilmem nerelerde ya denetlemedeydiniz, ya da sessizdiniz… Yine Ali’nin, Cem Aziz Çakmak’ın, Murat’ın cenazesinde de yoktunuz. Yoksa gelemiyor muydunuz?

Bir akademiden yeni mezun olan kurmay binbaşıya hazırlatılan bilirkişi raporu var. Bu şahsa bu rapor nasıl hazırlatıldı? Tamam, bu rapor sizin zamanınızda hazırlanmadı. Ama biz bu durum araştırılsın diye Hasdal’a geldiğinizde size maruzatımızı bildirdik, değil mi? Bunu araştırtmanızı isterdik yine. Bilirkişi raporunu Sivil Savcılığa gönderen askeri savcının durumu da muammadır. Bavulcu gazeteciye bu bilirkişi raporunu gösterdiği iddia ediliyor bu savcının. Bu Kur. Bnb. İngiltere’ye daimi göreve gönderildi, yani bir nevi ödüllendirildi. Bırakın araştırmayı, siz bir de ödüllendirdiniz.”

Burada daha sonra sadece gerçekleri söylediler diye sizin emrinizle Orduevlerine alınmayan emekli general, amiral ve subaylardan bahsetmeyeceğim. Balyoz Davası sanıkları hakkında bulunulan suç duyurularında da bahsetmeyeceğim. TSK’deki FETÖ yapılanmasını “Ağacın Kurdu” kitabında yazdık 15 Temmuzdan tam beş ay önce. Kılınızı kıpırdatmadınız. Oysa Özel Kalem Müdürünüz de vardı o kitapta. Kimler yoktu ki. Hakkımızda davalar açıldı. Çanak tuttunuz.

Sonuç acı ama budur. Ama geriye bunlar kaldı. Yazık… “Cezaevlerindeki arkadaşlarımın hayatını kolaylaştırmak için her şeyi yaptım.” diyorsunuz… “İçinizde yatağa yattığınız zaman düşünün, kafanızda tabanca varken hayır…” diyebilecek kaç kişi var? Denemeden söylemeyin.” diyorsunuz ya, şimdi yok öyle ucuz kahramanlık…

Unutmayacağız, unutturmayacağız, affetmeyeceğiz… (V. Murat TULGA)

* * *

BU DEVRİN GERÇEK EFSANE KOMUTANI SENSİN HULUSİ AKAR

Yazdıklarınızı duygu yüklü ve biraz da aceleyle yazınca, anlatmak istediğinizi karşınızdakine tam anlatamıyorsunuz bazen. 25 Ekim 2017 tarihinde İYİ Parti ile başlayan resmi ünvanlı siyasi maceram, yaklaşık bir yıl sonra kendi isteğimle sonlandı, siyasi hayatım değil. Mevcut iktidarla derdim henüz çözülmediğine göre; yazarak, çizerek, konuşarak mücadeleye devam etmek, yani siyaset yapmak boynumun borcudur. Şimdilik tek başıma, sonrasını zaman gösterir. Elbette siyasetin resmi bir unvanla sürdürülmesi tercih sebebiyse de, yerinizi bulamadığınız bir resmiyet içinde köşe yastığı olmaktansa, tek başına siyaset yapmaya devam etmek hiçbir şey yapmamaktan iyidir.

Gelelim konumuza. AKP hükümetinin son Milli Savunma Bakanı Sayın Hulusi Akar televizyon ekranlarında izlediğimiz kadarıyla, kışlada alışkın olduğu düzenden farklı bir ortamda canla başla mücadele etmeye çalışıyor bugünlerde. Artık makam odasının kapısında el pençe divan bekleyen, istediğinde hakarete varan eleştirilerini sessizce dinleyecek birileri yok. Sesini kesemediğin vekiller ağzını dilini kuruturken, “Dinleyin, dinleyin” diye bağırırsın da kimseyi susturamazsın işte böyle Sayın Akar. Kora kor mücadelede sinirleriniz bozulduğunda, biraz su için, iyi gelir Sayın Akar.

ASLINDA HEP ORADAYDIN DA…
CHP Grup Başkanvekili Sayın Özgür Özel’in, Atatürk’ün kurduğu partide grup başkan vekili olmasını içine sindiremeyen Akar’ın, Atatürk’ün ordusunda Genelkurmay Başkanlığına kadar yükseldikten sonra, Atatürk’ün adını ağzına alamayan, tüm Cumhuriyet değerlerine adeta savaş açmış bir partide nasıl Milli Savunma Bakanı olmayı içine sindirdiğini sorgulamak da hakkımızdır diye düşünüyorum Sayın Akar.

Meclisteki bütçe görüşmelerinin Milli Savunma Bakanlığıyla ilgili kısmını başından sonuna dinledim. Not aldım. Bir daha dinledim. Yine not aldım. Yine dinledim.

Öncelikle; Balyoz davasında başımıza türlü çorapların örülmesine vesile bilirkişi Ahmet Erdoğan’ın atanmasını onaylayan kendisidir. Bu anlamda; 49 yıllık askerlik tecrübesini gözümüze sokan bir adama, “Hayatında hiç plan semineri tecrübesi olmayan, daha dün Kara Harp Akademisinden mezun olmuş birini ne sebeple bilirkişi atadın?” diye sormak da hakkımızdır diye düşünüyorum. “Hasdal’da arkadaşlarını ziyaret etmeyen alçaktır. Hasdal’dan çıkmadım” diyen birine; “Sen Hasdal’daki arkadaşlarını ziyaret ederken, ziyaretçi olarak mı geldin, yoksa zaten oranın komutanı olduğun için olağan denetlemeye mi geldin? Aslında hep oradaydın da, ondan mı Hasdal’dan çıkamadın?” diye sormak da hakkımızdır diye düşünüyorum Sayın Akar.

Hasdal’daki ziyaretlerinde, teğmenlerine ÜBD (Üzülmeyin-Büzülmeyin-Düzülmeyin) ve SMA (Sabır-Metanet-Avukat) tavsiyeleri vermek için uğrayan, bu arada moral olsun diye (!) saç-sakal kontrolü yapan, general/amiraller cezaevine girdikten anca 15 gün sonra ziyaretlerine giden (Kendisinin anlattığına göre, sanırsın silah arkadaşlarını kapıda karşılamış) efsane komutan Hulusi Akar’dan bahsediyorum ey okur.

Mucidi kendisi ÜBD döngüsüne ilişkin Odatv’ye yazdığım yazıyı mahkemeye veren, mahkemeyi kaybettiğim, 11 ay hapis cezası aldığım, cezası paraya çevrilen, ancak bundan tatmin olmayıp; “İlla ki hapis yatması lazım” diye avukatları aracılığıyla mahkemeye itiraz eden efsane komutan Hulusi Akar’dan bahsediyorum ey değerli okur.

YENİ CEMAATLERE TSK İÇİNDE YOL AÇAN…
16 yılını bitirip 17’sine girdiğimiz AKP iktidarı döneminde; Fetullah Gülen gibi kanlı bir terör örgütünün palazlanmasına, devletin her bir kurumuna sızmasına olanak sağlayan, adına paralar basan, olimpiyatlar düzenleyen, sonra da “aldatıldık” diye işin içinden çıkan, binlerce Türk askerinin hapislerde haksız yere esir edildiği dönemde, hapiste ya da hemen sonrasında hayatlarını kaybeden kumpas mağdurlarına savcılık yapan, yüzlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine, binlercesinin yaralanmasına sebep 15 Temmuz’un gelişine kulaklarını tıkayan, sonrasında da bu olayın kaymağını yiyen, ilk iş olarak askeri okulları ve hastaneleri kapatan, sonrasında yeni cemaatlere TSK içinde yol açan, üç güne subay yetiştiren sisteme onay veren hükümetin Milli Savunma Bakanından bahsediyorum.

Hani andımızı yasaklayan, tabelalardan T.C.’yi kaldıran, her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan, Türk askeri kendi ayağıyla geldiği mahkemede kaçma şüphesiyle tutuklanırken, dağdan inen teröristi kucaklayan, milletin a.sına koyanlara yol açan, askeri arazileri yandaşlarına peşkeş çeken, milleti benden ve benden olmayan diye ikiye bölüp, benden olmayanları her gün tehdit eden bir hükümetin Milli Savunma Bakanından bahsediyorum.

Sayın Akar. Sen Sayın Özgür Özel’in, ebedi başkomutanımız Atatürk’ün partisinde nasıl grup başkanvekili olduğunu sorgulayacağına; sen önce emrindeki emir subayı tarafından boynuna kement takıldıktan sonra nasıl Genelkurmay Başkanlığı yapmaya devam edebildiğini ve Atatürk’ün ordusunda 49 yıl hizmet ettikten sonra, Atatürk’ün adını silmeye yemin etmiş bir partide nasıl Milli Savunma Bakanlığı görevini kabul ettiğini sorgula bence.

Elbette dersen ki; “Devir, bu devir. Ben yoluma bakarım” sen de haklısın Sayın Akar. Madalyalı kahramanlar; Hasan Basri Aslan, Cemal Temizöz, Engin Alan’ların hapse düştüğü, Ali Tatar’ların, Kaşif Kozinoğlu’ların, Murat Özenalp’lerin, Cem Aziz Çakmak’ların, Özden Örnek’lerin bu uğurda hayatlarını kaybettiği devirde, AKP’li ve MHP’li vekillerin avuçları patlayana kadar alkışladığı bu devrin gerçek efsane komutanı sensin Hulusi Akar… (Ali TÜRKŞEN)

ZaferKaradag hakkında

www.harclik.net www.karya.biz www.gen-turk.com Email: zaferkaradag@gmail.com Cep / Whatsapp: +86-131-2753 7434 Skype / Wechat: zaferkaradag
Bu yazı Yazılarım kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.