BAKMAK YETMEZ, ASLOLAN GÖRMEK!

BAKMAK YETMEZ, ASLOLAN GÖRMEK!

Aşağıdaki “Asıl fırtına daha yeni başlıyor!” başlıklı köşe yazısını paylaşan bir arkadaşım; “okurken yüreğim kaldırmıyor!” diye not düşmüş.

Keşke yüreğim kaldırmıyor diyerek, gözlerimizi ve kulaklarımızı kapatmakla ekonomik krizlere engel olabilseydik ama maalesef böyle bir Dünya yok!

Sizinle bir kriz hatıramı paylaşacağım.

22 Mart 1994’te İstanbul’da müşterisi olduğum Yapı Kredi Bankası şubesine gittim ve kredi bankosundaki memureye şirketimin kredi borcunu kapatmak istediğimi söyledim.

Biraz sonra kredi servisinin şefi Hasan Bey geldi ve;
– “hayırdır Zafer Bey, sizin kredinin vadesine daha çok var, bir kusurumuz mu oldu?” diye sordu. Ben de;
– “hayır kardeşim, sağolun, sizden bir şikayetim yok, sadece kredi borcumu ödemek istiyorum” dedim.

Derken bu defa şube müdürü geldi ve;
– “hoşgeldin patron, buyur bir kahve ikram edeyim” diyerek koluma girdi ve adeta sürükleyerek odasına götürdü. Sonra da dedi ki,
– “Zafer Bey, şubemizden kredi talep eden o kadar firma var ki, bilsen şaşarsın. Ama biz kolay kolay kredi vermiyoruz, oysa sen gelip kredini kapatmak istemişsin, eğer bizim memurlar bir yanlış yapmadıysa, neden vadesinden önce kapatmak istediğini söyler misin?”

Pencereyi gösterdim ve sordum;
– “Müdürüm, sana bir benzetmeyle cevap vereyim, gündüz vakti kararan gökyüzündeki şu bulutları görüyor musun?” Müdür havaya baktı ve omuzunu silkip, umursamaz bir tavırla;
– “gördüüüm” dedi. Ben;
– “Peki, sence o bulutlar ne getiriyor?” diye sorunca, Müdür güldü ve;
– “Ne getirecek patron, yağmur tabii” dedi.
– “Hah!” dedim, “işte bence o kara bulutlar yağmur değil kriz getiriyor!”

Uzatmayayım, Müdürün “olur mu öyle şey?” demesine aldırmadan, 31 Mart’a kadar olan dönem faiziyle birlikte (o 9 günlük haksız tahsilatı hala unutamıyorum ve helal etmiyorum) tüm kredi borcumu ödeyip, rahatlamış bir duyguyla Vatan Caddesi’ndeki şirketime döndüm.

Malumunuz iki hafta sonra, 5 Nisan 1994’te Cumhuriyet tarihimizin en ağır ekonomik krizlerinden biri patlak verdi! 19.000 TL olan Amerikan Doları, bir gecede 40.000 liraya çıktı! Faizler tavan yaptı, ekonomi çöktü, insanlar işlerini kaybetti, peşpeşe iflaslar ve intihar haberleriyle sarsıldık ve tarihi bir kriz vuku buldu!

Bir ay kadar sonra, telefonum çaldı, sekreterim; “Yapı Kredi’nin şube müdürü arıyor” dedi. Müdür;
-“Zafer Bey, şimdi genel müdür yardımcımız aradı, yarın kaçta müsait olacaksanız ziyaretinize gelmek istiyoruz” deyince güldüm;
-“Hayırdır müdürüm, vergi dairesinden verdikleri teşekkür belgesi için kutlamaya mı geleceksiniz?” Müdür;
-“Patron, onu bugün duydum ve çok takdir ettim, içtenlikle kutlarım ama ziyaretin sebebini bilmiyorum, yarın kendisinden öğreniriz.” dedi ve ertesi gün saat 10 için randevulaştık.

Elinde bir kutu çikolata ve Yapı Kredi Bankası yayınlarından seçilmiş bir set kitap hediyesiyle arz-ı endam eyleyen, ak saçlı misafirimiz, kahvesinden bir yudum alır almaz, kız istemeye gelmiş bir kayınpeder edasıyla;
-“Sebebi ziyaretimiz” diye söze başladı, “Zafer Bey, ben 33 yıllık iyi bir bankacı olduğum halde, 5 Nisan krizini öngörememiştim ama maşallah siz krizden iki hafta önce şubemize gelip, o kara bulutların yağmur değil, kriz getirdiğini söylemişsiniz. Bu yüzden genel müdürlükte herkes sizden söz ediyor, ben de hem sizi tanımak, hem de tebrik etmek için geldim. Nasıl böyle bir erken teşhiste bulunabildiniz, lütfen paylaşır mısınız?”

Bu samimi soruya benim cevabım özetle şöyle olmuştu;
-“Ocak ayından beri iyice bozulan ekonomik verilere karşın, Hükümet’in devekuşu misali kafasını gömerek ısrarla sürdürdüğü siyasi tutarsızlıklara sadece bakmak yetmezdi, ben görmeye çalıştım ve 21 Mart Pazartesi günü krizin geleceğinden emin olunca da, ertesi günü çalıştığımız bankalara gidip kredilerimi kapattım.”

Misafirimiz;
-“Bu gerçekten takdire şayan, bakmakla görmek arasındaki farkın en güzel örneğini verdiniz, sizi samimiyetle kutluyorum. Bankamızın kapısı size her zaman açıktır, kredi için olmasa da, kahvemizi içmeye her zaman bekleriz.” diyerek vedalaşırken, son söz olarak dedim ki;
-“Keşke ben değil de, asıl görmesi gereken siyasi irade bakmakla kifayet etmeseydi ve Türkiye ekonomisi bu felaketi yaşamasaydı! Allah yardımcımız olsun.”

Sözün özü; ne yazık ki günümüzde de bir ekonomik krizin ayak sesleri her geçen gün daha sert duyuluyor.

Tabii ki yanılmayı herkesten çok ben isterim, çünkü Türkiye’nin 1991, 1994, 1998, 2001 (hele o krizde 43 müşterim battı, Dolar 685.000 liradan 1.350.000 liraya fırladı ve bir gecede yarım milyon Dolarım buhar oldu, uçtu!) ve 2008 krizlerinden ne büyük kayıplara uğradığını bizatihi yaşamış bir işadamıyım.

O acı tecrübelerimin ışığında diyorum ki, kriz uyarısında bulunan kişiler arasında eski bakanlar, merkez bankası başkanları, siyasetçiler, ekonomi profesörleri, işadamları, ekonomistler, gazeteciler gibi ekonomiden anladığı sabit olan onca insana kulak vermeyip, bir de Vatan haini gibi göstermek, iktidarın bir devekuşu misali kafasını gerçekler havuzuna gömmesiyle eşdeğerdir ve böyle bir hakkı ve lüksü de yoktur!

Unutulmaması gereken gerçek odur ki, hepimiz aynı gemideyiz ve Türkiye’nin bir kriz daha yaşayarak G20 dışına düşmesi değil, bilakis G10 ülkeleri arasına girmesi ve muasır medeniyetler seviyesinin bile üzerine çıkması, sadece AKP’lilerin değil, CHP, İP ve MHP’lilerle birlikte benim gibi hayata partilerüstü bakan Türkiye sevdalılarının da temel amacıdır.

Yüce Allah, Milletimizi tüm krizlerden ve savaşlardan korusun, birlik ve beraberliğimizi daim etsin inşallah.

Selam ve sevgilerimle.

Zafer KARADAĞ
www.harclik.net
20 Temmuz 2018, Taşkent

* * *

ASIL FIRTINA DAHA YENİ BAŞLIYOR!

Finans kulislerinde dolaşan iddiaya göre, pek çoğu büyük 85 şirket iflasın eşiğinde. Buna rağmen ‘başkan ve aile kabinesi’ tek elde bir yönetim inşa ediyor. Kriz böyle engellenemeyeceğine göre, ülkeyi ‘küçük korku dükkanı’na çevirmenin yegane anlamı var: Krizle değil, krizin sonuçlarıyla mücadele etmek! Ama hukuk iktisadı düzenlemedi mi, iktisadın doğal hukuku devreye girer. Ve fırtına daha yeni başlıyor…

Küçücük bir bakkal dükkanıyla başladı. Anadolu Kaplanları’nın ‘altın yılları’ 1990’larda hızla zincir mağazaya dönüştü. 2000’li yıllarda enerji ihalelerinden hatırı sayılır paylar kaptı. Arada yıldızını AKP vekilliğiyle de parlattı. İnşaatın devr-i saadet döneminde herkes gibi yelkenini kentsel rantın rüzgarlarıyla şişirmek istedi. ‘En büyüğünü ben yapacağım’ hırsıyla kamu bankalarından çektiği kredileri inşaat projelerine yatırdı. Ama işte, partisinden ‘dolar dolsa ne olur dolmasa ne olur’ türünden şakacı beyanların saçıldığı günlerde, bilançosu tepetaklak oldu. Borcunun taksidini dahi ödeyemiyor şimdi…

Açık açık yazamasak da olabildiğince tarif etmeye çalıştığımız bu büyük şirket, Türkiye ekonomisinin 16 yıllık fragmanı gibi. Ve filmin sonu mutlu bitmeyecek anlaşılan. Zira pek çok iktisatçı, 1994 ve 2001’dekine benzer ‘şok dalgası’ndan ziyade, daha uzun süreli bir krizle karşı karşıya olduğumuz konusunda hemfikir. Derin ve yapısal nedenleri olmakla birlikte, illa bir ad verilecekse eğer, buna borç krizi demek doğru olur. İlerlemesi ağır, sonuçları yıkıcı olacak.

Peki Türkiye’nin yeni rejiminin temsilcileri ne yapıyor? Tam da krizin nedeni olan ekonomik politikaların yansıması olan kabine, Londra’dan gelen telefonlarla dolar fiyatının yükseltildiği türünden komplolar üreterek yönetebileceğini düşünüyor olabilir. Lakin; şirketlerin bilançosundan taşan borçlar patates değil ki, Suriye’den getirdiğin çuvallara sığsın!

BORÇLAR BİLANÇOLARDAN TAŞIYOR
İleride bu kriz için de somut bir milat istenirse, 24 Haziran tarihi not edilebilir. Neden mi? Gelin önce ısrarla görmezden gelinen bazı gerçekleri madde madde hatırlatalım:
* Hazine verilerinden, eski Hazine bürokratı Hakan Özyıldız’ın hazırladığı tabloya bakılırsa; 2002’de iç borçların toplamı 214 milyar liraydı. 2018’in ilk üç ayı itibariyle bu rakam 13 kat artarak 2.8 trilyon liraya çıktı. Aynı dönemde özel şirketlerin borcu 41 milyar liradan, 39 kat artarak 1.6 trilyon liraya, vatandaşın bireysel borcu ise 7 milyar liradan, 70 kat artarak 525 milyar liraya fırladı.
* Toplam dış borç 16 yıl önce 171 milyar lirayken, 12 kat yükselerek bugün 2 trilyon lirayı buldu. Özel şirketlerin dış borcu 47 milyar liradan, 18 kat artıp 843 milyar liraya, bankalarınki 20 milyar liradan, 42 kat artıp 840 milyar liraya çıktı. Yani 2002’de iç ve dış borçların toplamı 386 milyar lirayken, bugün rakam 10 kattan fazla artıp 4.8 trilyon liraya dayanmış durumda.
* Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin Mayıs 2018 raporuna göre, toplam batık kredi miktarı 75 milyar liraya ulaştı. Bugüne kadar varlık yönetim şirketlerine, yani bankaların umudu kesip belli bir para karşılığında tahsilatçılara sattığı batık kredi miktarı da 22 milyar lirayı buluyor. Buna bir de büyük şirketlerin bugünkü kurdan 97 milyar lirayı bulan kredi yapılandırmasını eklerseniz, en iyi ihtimalle 200 milyar liraya yakın kredinin şu anda batık olduğu ortaya çıkıyor.
* En son not kıran kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in yayınladığı raporda tablo daha da vahim. Sorunlu kredilerin toplam kredilere oranının önümüzdeki aylarda yüzde 4’ün üzerine çıkacağı uyarısı yapılıyor. Hadi öngörüyü geçelim. Şu anda İş Bankası’nın yüzde 2.2, Garanti’nin yüzde 2.8, Halkbank’ın yüzde 3, Yapıkredi’nin yüzde 4, Vakıfbank’ın yüzde 3.9. Yüzde 2’nin üzerinin kırmızı alarm olduğunu hatırlatalım ve bu oranların tamamen batmışları kapsadığını ekleyelim. Yani yapılandırmaya girenler dahil değil. Orada tablo üç banka için korkunç: İş Bankası yüzde 7.9, Akbank yüzde 9.7, Garanti ise yüzde 16.1 gibi rekor seviyede.
* Bloomberg geçen hafta önemli bir haber yayınladı. Türkiye’de 15 yılda enerjiye yapılan 93 milyar dolarlık yatırımın 70 milyar dolarlık kısmının banka kredileri ile karşılandığı belirtilen haberin çarpıcı kısmı, borcun 51 milyar dolarının hala ödenmemiş olmasıydı. Neredeyse bankalar hariç özel sektör borcunun yüzde 15’i demek bu. Varlık satışı yapacağını açıklayan sadece Bereket Enerji’nin 6.1 milyar dolar borcu olduğu düşünülürse, sektördeki şirketlerin hali daha net ortaya çıkıyor. Toptan ticaret ve perakendeye değinmiyoruz bile. Sektör sektör bu liste uzayıp gider…

TAŞLANACAK ŞEYTAN: İNŞAAT
Türkiye’de sıfırdan kurulan en son sanayi tesisinin 2001 krizindeki Ford Fabrikası olduğu düşünülürse, o halde bu kadar borç niye yapıldı diye sormak gerekmez mi? İşte bugünkü krizin sırrı da burada zaten. Nasıl ki, 2001 krizinde taşlanan ‘şeytan’ bankalarsa, bu kriz için de taşlanacak ‘şeytanın’ adını koyalım şimdiden: İnşaat! Bu kanserli hücre sadece inşaatı kapsamıyor artık. İnşaat denildiğinde Karadenizli müteahhidin akla geldiği günler çok gerilerde kaldı. ‘Yeni Türkiye’de; enerjiden market zincirlerine, elektronikten turizme, finanstan tarıma, otomotive kadar hemen her şirket unvanının yanına bu ballı işi de eklemeyi ihmal etmedi. Borç yapılandırması isteyen şirketlere bir bakın, hepsi de boğazına kadar çimentoya batmış halde. Durumun vahametini göstermek bakımından ilaç sanayii ibretlik derslerle doludur mesela.

Çoğu kişi ilaç denildiğinde Eczacıbaşı’nı bilir. Oysa Eczacıbaşı’nın yüzde 75 hissesini Çek Zentiva’ya 2007’de sattığını hatırlamaz. Yerli ve milli ilaç denildiğinde akla gelen bu en köklü şirket neyle meşgul? Tarihi fabrikasının arsasına inşa ettiği Kanyon’dan sağladığı kolay paranın peşine düşüp; Zekeriyaköy ormanlarına villa kondurmakla ve Kartal’daki kentsel dönüşüm fırsatını değerlendirip oradaki fabrika arsasına da konut yapmakla… Hadi ilaca girmişken diğerlerini de hızlıca sıralayalım.

Deva İlaç Fabrikası arazisine Zorlu Ofis, Roche İlaç Fabrikası’nın yerine Özdilek AVM, Wyndham Grand Otel, River Plaza; Bomonti’deki Sanofi İlaç Fabrikasının yerinde Now Bomonti, Topkim İlaç Fabrikası arazisine de Kuzey Bomonti inşa edildi. Kağıthane’deki Hayat Kimya ve Hasel fabrikalarının yerinde ise AVM yükseliyor.

Gelelim 24 Haziran tarihinin niye milat olduğuna…

‘BAŞKAN VE AİLE KABİNESİ’ NE YAPMAK İSTİYOR?
Önce bazı bilgileri aktaralım. OHAL nedeniyle iflas erteleme yasaklandığı için borcunu ödeyemeyen şirketler ancak konkordatoya başvurabiliyor, yani alacaklıları ile anlaşarak borcunu bir süre ertelemeye ve yapılandırmaya gidiyor. Sadece Basın İlan Kurumu’nun yayınladığı 4 aylık tebligatlara bakıldığında irili ufaklı onlarca şirketin konkordato kararı alması dikkat çekiyor. Bunların içinde Dizayn Boru gibi Türkiye’nin en büyük altyapı borusu üreten şirketinin yanında; belediyelerden içme suyu projesi alan mühendislik şirketi, zincir gıda marketi, alüminyum fabrikası, aile sağlık ocakları ihalesi alan inşaat şirketi, tekstilciler, turizmciler, lojistikçiler, tanınmış gazlı içecek markasının bölge bayisi, çelik üreticileri ve hayli fazla sayıda inşaat malzemesi satan irili ufaklı toptan pazarlamacılar bulunuyor.

Ama asıl ciddi tablo, bankacılar korkudan seslerini çıkaramasalar da, finans koridorlarında dedikodusu dolanan listede. Kimi Türkiye’nin, kimi bulunduğu ilin en büyükleri arasında yer alan şimdilik 85 şirketin kredi borcunu ödeyemeyecek duruma düştüğü iddia ediliyor. Ve bilançoları sarsılan bankalar Ülker, Doğuş vb. devlere yaptıkları yapılandırmada ipin ucunun kaçacağını gördükleri için pazarlığa yanaşmıyorlar. Varlığı bulunanlar ya inşaatçı Ali Ağaoğlu ve tavukçu Keskinoğlu gibi ellerindeki varlıkları düşük fiyata satma yoluna gidecekler ya da iflas ertelemeye başvurmak zorunda kalacaklar. Yabancı fon veya ortak bulmanın ise hayal olduğunu düne kadar boy boy ‘benim sırtım sağlam’ demeçleri veren Ağaoğlu itiraf etti bile: “İstanbul Finans Merkezi için yatırımcı bulamıyorum.” Açıkça ‘bu işi benden alın’ diye feryat ediyor aslında. Adım adım ağırlaşan kriz, büyük-küçük diye ayırmıyor, ayırmayacak da. Ölçeğe bakmaksızın şirketlerin borç denizinde aynı anda boğulduğunu görmemiz uzak ihtimal değil.

Veriler gizli saklı olmadığına göre ‘başkan ve aile kabinesi’ bu durumu görmüyor mu? Pekala biliyor, seçimi bundan erkene almadı mı? Öyleyse Türkiye’deki tüm kurum ve kuruluşları tuhaf düzenlemelerle tek elde toplamanın, OHAL’i resmen kaldırıp valiye, bakana, kaymakama keyfiyetle OHAL ilan etme yetkisi vermenin amacı nedir? Koca bir ülke ‘küçük korku dükkanı’na çevriliyorsa krizle değil, krizin muhtemel sonuçlarıyla mücadele etme niyetinin açık beyanıdır bu.

Ne var ki, hukuk iktisadı düzenlemediği vakit, iktisadın doğal hukuku devreye girer. Paranın realitesi, ‘paranoid kişilik bozukluğu’nun bariz emarelerini sergileyen A Haber’i takip etmiyor çünkü. Dolayısıyla asıl fırtına daha yeni başlıyor… (Bahadır ÖZGÜR)

ZaferKaradag hakkında

www.harclik.net www.karya.biz www.gen-turk.com Email: zaferkaradag@gmail.com Cep / Whatsapp: +86-131-2753 7434 Skype / Wechat: zaferkaradag
Bu yazı Yazılarım kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.