HERŞEYİ 30 AĞUSTOS ZAFERİ’NE BORÇLUYUZ!


HERŞEYİ 30 AĞUSTOS ZAFERİ’NE BORÇLUYUZ!

Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi; “Neyimiz varsa, Bağımsız bir devlet kurmuşsak, bir vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, Yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı ve kafamizi Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak ve nefes alıyorsak, hepsini, herşeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”

30 Ağustos Zafer Bayramı’mız ve Türk Silahlı Kuvvetler Günü’müz kutlu ve mutlu olsun!

Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, bize bu muhteşem zaferi yaşatan tüm Mehmetçiklerimize, Şehitlerimize, Gazilerimize ve isimsiz Halk kahramanlarımıza şükran ve hürmetlerimi sunuyor, Onları rahmet ve minnetle anıyorum, mekanları Cennet olsun.

Sizlere bayramlık, kendime de doğum günü (bugün 39 buçuk oluyorum) hediyesi olarak aşağıdaki yazıyı seçtim, lütfen kabul buyurun.

Saygı ve sevgilerimle.

Zafer KARADAĞ
www.harclik.net
30 Ağustos 2018, Taşkent

***

HERŞEYİ 30 AĞUSTOS ZAFERİ’NE BORÇLUYUZ!

26-30 Ağustos… Bunu Tarihi ZAFER olarak niteleyen İstiklal Yazarı Falih Rıfkı Atay’dan dinleyelim. Türkler 1071’de Malazgirit Savaşını kazandıktan kısa bir süre sonra, Iznik taraflarında Türkçe konuşuluyordu. Falih Rıfkı’ya şöyle katkım olsun. Malabadi köprüsü (Batman) 960 tarihlidir ve bir Türk boyu olan Artuklular tarafından inşa edilmiştir. 1071 Türklerin Anadolu’daki nihai zaferidir.

Yine Falih Rıfkı ile devam edelim. 1914’deki Osmanlı, kapitülasyon rejimi altında bir yarı sömürgedir. 1918’de Birinci Dünya galipleri bizi affetmiş dahi olsalar, Milli kurtuluş savaşından çıkmadan ve Lozan’ı imzalamasaydık, Ingiltere gibi, bağımsız bir ülke olan, bir Türkiye Cumhuriyeti olabilir miydik?

Bu yeni Türkiye iki meydan savaşının eseridir. Biri, 1921 Ağustos’unda Sakarya nehri boyunda, diğeri Afyon cephesinde verilmiştir. İkisinin de Türk ordularının başkomutanı Mustafa Kemal idi. TBMM’de hava bozuktu. Ordunun bir saldırı harbi veremeyeceği fikri büyük çoğunlukta idi. Ingilizler de artık yumuşamış olduğu için Anadolu’yu boşaltmak esası üzerinden görüşme yapılmalı idi. İşin içinde Istanbul’la birleşmek, M. Kemal’den kurtulmak fikrinin de büyük payı vardı.

Garp cephesi komutanlığı saldırı harbi yapamayacağımız inancında idi. Cephenin haber kaynağı İstanbul’du. İstanbul’dan gelen haberlere göre Yunan cephesinde, maddi manevi, herşey yerinde idi. Rus kaynakları Yunan Başkomutanı Hacı Anesti Türk ordusunun anadolu ortasındaki durumunu zayıf görüyordu. Menemen’deki Milne hattına çekilmeli ve Trakya’daki birliklerle İstanbul işgal edilerek Ankara üzerine baskı yapılmalıydı.

Mustafa Kemal’e göre ise Yunanlılara saldırının tam sırası idi. Içişleri Bakanına göre daha geçen gün Inebolu’dan gelen bir kamyon soyulmuş, her bölgede güvenlik bozuktur. Milli Savunma Bakanına göre, günün birinde, herhangi bir hareket emri verilecek olursa ordunun yürüyecek ayakkabısı yoktu. Silah kayışı da yoktur. Maliye Bakanı kasada on para kalmamıştır, demiştir. TBMM deki muhalif vekillere göre, ordu yürüyemez, aldatılmaktadırlar.

Hızır gibi Hindistan müslümanlarından (Pakistan) M.Kemal e gelen para derhal Garp cephesine yetiştirilir. Ordu komutanlarından biri Yakup Şevket Paşa, İkinci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, bölücülük yaptığı için geriye alınmıştı, yerine teklif edilen Ali Fuat Paşa “Ben cephe komutanlığı yaptım” diye reddetmişti. Refet Paşa “önemli birşey mi olacak, sanmıyorum, olacak olursa o zaman düşünürüm” demiştir. Ordu Komutanlığı Nurettin Paşa’ya verilmiştir. Tüm Ordu Çay’da (Afyon) toplanmıştır. Yine Büyük Kurtarıcı ön plana çıkmamış ve Fevzi Paşa’yı ikna etmiş. Çünkü en kıdemli Paşa odur. O da kendi planı gibi anlatmıştır.

Yakup Şevki Paşa milletin varını yoğunu bir zar gibi atılmasına karşıdır. M. Kemal milletin varı yoğu bu ise o zaman düşmanı burada imha etmelidir demiştir. İsmet Paşa muhaliftir. Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa düşmanı 20 km’den fazla kovalayamayacağını söyler. M. Kemal o zaman düşmanı 20 km’de imha etmek gerektiğini söyler. Nurettin Paşa, yeni geldiğini fikri olmadığını söyler. Bunun üzerine Fevzi Paşa “Madem ki ordunun bana güveni yoktur” der ve istifasını verir. M.Kemal de Genel Kurmay Başkanı çekildiğine göre kendisinde komutanlık görevinde kalamayacağını bildirir. Telaşa düşen Ismet Paşa “Efendim bize fikrimizi sordunuz, söyledik. Yoksa hepimiz emrinizdeyiz, ne yolda isterseniz öyle hareket ederiz” der.

Saldırıya karar verilmiştir. Atatürk Ankara’da vekilleri toplayarak karara onları da katmıştır. Yunanlılar cephede 120 bin, geride 30 bin. Biz ise 105 bin kişi idik. 24 Ağustos sabahı Ankara’dan hareket etti. Afyon’un güneyindeki Şuhut kasabasında geceyi geçirdi. 25-26 gecesini Kocatepe’nin hemen güneyindeki dere içinde Başkomutanlık karargahına geldi. Şafakla beraber saldırı emrini verdi.

Ankara’dan hareket edeceği günün akşamını Keçiören’de yakın adamları ile geçirmişti. Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu. Yanindakilere “Taaruz haberini alınca hesap ediniz, 15 gün sonra Izmir’deyiz” demişti. İzmir alındığında yine karşılayanlar arasında gördüğü arkadaşlarından ikisine bir gün erken, beni düşman yanılttı, demiştir. Izmir e taarruzun 14. günü girdiğinde raporları dinledi. Kıtalar yerine varmışlardı. “Düşmanda bir sezinti var mı? Raporlara göre yok. O zaman baskın muvaffak olmuştur” dedi.

Kocatepe’de, bir ağır düşüncenin adamı M.Kemal, 26 Ağustos sabahı orduyu saldırıya sürmüştür. Taaruz sökünce, bu anlarda sert, yalçın, kalbi ve sınırı aransa bulunmaz bir iradeden ibarettir. Uşak’ta bir ucu Afyon’da, diğer ucu Kütahya’da olan ve Uşak’ta sırtını dağlara yaslamış halde esir alınan Başkomutan Trikopis ve General Dimitris getirildiğinde dostça yanına almış ve bir asker gibi masada onunla tartışıp teselli etmiştir. Ege kıyılarındaki bir yattan, 550 km öteden savaşı idare etmeye çalışan Hacı Anesti ‘yi eleştirmiştir.

Bu Tarihi günlere bir de İstanbul’dan bakalım. Falih Rıfkı gazeteye geldiği vakit Anadolu’nun birdenbire kapandığını söylediler. İstanbul ve Anadolu’nun işgal köyleriyle Anadolu’nun Milli Mücadele kısmı arasında hiçbir temas imkanının kalkmadığını söylüyorlar. Ürperiyorum. Acaba Yunanlılar mı taaruza geçtiler? Ingiliz, Fransız, Rum ve Ermeni gazetelerinde hiçbir kırıntı yok.

Canım biz taaruz edebilir miyiz? Daha geçenlerde Fethi Bey (Okyar) mütareke aramaya gitmişti. Ummam böyle bir delilik yapalım. İhtimal böyle girişimler cephe gerisini tutmak için yapılan girişimlerdir.

Hepimiz M.Kemal’in askeri dehasını biliyorduk ve bir zar atmıyacağını biliyorduk. Yalnız yemekten değil, düşünmekten de kesilmiştik. Düşman zırhlıları hala Istanbul sularında ve sokalarındaydı. Türk ordusunun bir taaruz savaşına giremeyeceği fikri, bizim kuşakların değişmez gerçeğiydi. Zaman geçtikçe umutsuzluğumuz arttı. M. Kemal’e kızanlar ağızlarını açmışlardı.

Akşam üstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı, Büyükada’ya gidiyorum. Aydınlık ferah bir Ağustos akşamı. Güverte tıklım tıklım. Türkçe konuşmayanlar da, birbirinin sözünü kapan bir sevinç var. Sadece bu sevinç bizi yılmaya yeterdi. Ne olmuştu demeye korkuyorduk. Fena birşey vardı. Kimseye sormaksızın onu zihninizden hafifletmeye uğraşıyorduk. Ordu bozulmuş olsa bile bir mütareke imkanı yok muydu? Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayıldı. Başkomutan M.Kemal karargahı ile beraber esir edilmiş.

Keder insanları öldürmez derlerse, buna siz de inanınız. Kalp denen şeyin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşam üstü Büyükada vapurunun güvertesinden öğrendim. Türkleri Büyükada yat kulübünden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içeri girebilmişlerdi. Bunlar o akşam cezalarını çekmişlerdir. Çünkü kulüpte M.Kemal’in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlatılıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu. Ada sokakları çoluk çocuğun çığlıkları ile geçilmez bir hale geliyordu.

Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arıyarak sabahı ettik. Ilk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik. Bütün Türkleri, yaş içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyetinin üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler bu çırpınışlar, bu el sıkmışlar neydi?

Meğer bütün karargahı ile Başkomutan M.Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş. Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyorum. Hani o dün bakmadığımız Sürüm gazetesi yok mu? meğer resmi tebliğlerin km.lerce gerisinde imiş. Yunan ordusunu yok etmişiz ve Izmir’e iniyormuşuz.

Ben ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şairlerin üstünde bir bir şiirdi. Ne olmuştuk biliyor musunuz? kurtulmuştuk.

Ah MUSTAFA KEMAL, MUSTAFA KEMAL, SANA ÖLÜNCEYE KADAR O GÜNÜN SEVINCINI ÖDEYEBILMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DÜŞÜNMEYECEĞİM.

Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu. Ikdam’daki Yakup Kadri yı arayıp, ilk vapurla İzmir’e gitmeyi teklif ettim. Nemiz varsa, Bağımsız bir devlet kurmuşsak, bir vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuz batının, vicdanımızı ve kafamizi doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, herşeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz. (Falih Rıfkı Atay, Çankaya Kitabından)

ZaferKaradag hakkında

www.harclik.net www.karya.biz www.gen-turk.com Email: zaferkaradag@gmail.com Cep / Whatsapp: +86-131-2753 7434 Skype / Wechat: zaferkaradag
Bu yazı Yazılarım kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.