İSTANBUL’DAN ESTİRİLEN ZORAKİ UYGUR RÜZGARI KİMLERİN YELKENİNİ DOLDURUYOR?

İSTANBUL’DAN ESTİRİLEN ZORAKİ UYGUR RÜZGARI KİMLERİN YELKENİNİ DOLDURUYOR?

Bu hafta boyunca Ülkemizde yaşanan Çin karşıtı ve sözde (!) Uygur yanlısı gösterileri üzüntüyle ve bir an önce bitmesi umuduyla izledim.

Ancak bu tür tehlikeli olayların büyümeden durdurulması için gerekli olan siyasi iradeyi göremediğim gibi, bugün Çin Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’de tatil yapmakta veya çalışmakta olan Çinlilere; “Derhal geri dönün, mutlaka kalmanız gerekiyorsa da, kalabalık ortamlardan uzak durun, yalnız başınıza sokağa çıkmayın!” şeklinde sert bir uyarı yayınlaması ve Reuters gibi uluslararası haber ajanslarının konuyu Dünyaya taşımaya başlaması nedeniyle, üzüntüm daha da arttı.

11 yıldır ailecek Çin’de yaşayan ve temel amacı Türkiye’nin Çin’e yaptığı ihracatın artmasına naçizane katkılarda bulunmak olan bir Türk şirketinin sahibi olarak, bu talihsiz gelişmelerle ilgili düşüncelerimi paylaşmayı, bir Vatandaşlık görevi olarak görüyorum.

Radikal bir kararla, 2004 yılında, 47 yaşında bir işadamı olarak Çin’e yerleşmeye karar verdiğimde, Çinliler ve Uygurlar hakkında, kitaplardan edindiğim son derece yüzeysel bilgilere sahiptim.

Şanghay’dan Urumqi’ye ilk gittiğimde, uçağın merdivenlerinden inerken kalbim heyecandan öyle hızlı çarpıyor ve dizlerim öylesine titriyordu ki, eğilip dizlerime bakmıştım, pantolonun dışından da belli oluyor mu diye, inanın şaka yapmıyorum.

Kolay mı, benim gibi kalbi Vatan ve Millet aşkıyla çarpan, Çin’de kurduğu şirkete bile Memleketi olan Muğla’nın eski adı Karya’yı veren, sıkı bir Türkiye sevdalısı, Doğu Türkistan diye bildiğimiz Ata topraklarına ayak basıyordu, o an ki mutluluğumu tarif dahi edemem.

Urumqi’deki marketlerde ve dükkanlarda satılan ürünler arasında o kadar çok Türk markası var ki, şaşarsınız. İstanbul’dan sadece 6 saat uçuş mesafesinde bulunan bu Uygur Başkenti’ndeki insanlar için Türk markaların öncelikli tercih sebebi olduğunu duymak, gerçekten gurur veriyor.

Şimdiye kadar şirketimizde iki Uygur kardeşimiz çalıştı, bizden ayrıldıktan sonra da görüşmeyi ve dostluğumuzu sürdürdüğümüz bu kardeşlerimizden İlşat lojistik sektöründe Çin’in en büyük Devlet şirketlerinden birinin Bölge Müdürü oldu, Kayum ise Şanghay’daki bir Çin şirketine ortak oldu.

7 gün sonra yani 12 Temmuz 2015’te Çin’deki 12. yılıma gireceğim ve bugüne kadar tanıştığımızda Türk olduğumu öğrenen yüzlerce Çinliden hiç birinin yüzünde bir memnuniyetsizlik görmedim, aksine tanışmaktan duydukları mutluluğu dile getirdiler.

Bir de ilginç bir hatıram var, Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nın hemen yanındaki bir cadde üzerinde bulunan ve yoldan bir kaç basamak merdivenle inilen bir Mc Donald’s lokantasında iki tane Türk arkadaşımı bekliyordum. Yandaki masada oturan yaşlı Çinlinin gülümseyen bir yüz ifadesi ile bana ısrarlı bakışlar atması üzerine, ben de gülümseyerek kendisine İngilizce;
– “Merhaba” dedim. Cevap hiç gecikmedi, çok düzgün bir İngilizce ile;
– “Size de merhaba” dedi ve ardından da hiç beklemediğim bir soru sordu, “siz Türksünüz değil mi?” Hem şaşırmış, hem de ilk bakışta bir Türk olduğumun anlaşılmasından dolayı gururlanmıştım,
– “Evet ama nasıl anladınız?” diye sordum.
– “Ben Türkleri tanırım çünkü geçmişte biz sizinle kardeştik, Orta Asya’da Çinliler ve Türkler birlikte yaşadılar” deyince,
– “Kardeş değil de komşu (neighbour) demek istediniz her halde? “dedim.
– “Hayır” dedi sempatik Çinli, “biz kardeş gibiydik, sonra Orta Asya’da yaşanan kuraklık nedeniyle biz Çinliler güneye yani Çin’e göç ettik, siz ise batıya gittiniz ama sonra üç kola ayrıldınız, bir kısmınız bugünkü Finlandiya tarafına, bir kısmınız Macaristan’a gitti, siz de Anadolu’ya gidip yerleştiniz.” Sanırım şaşkınlığım yüzümden anlaşılıyordu,
– “Çok şaşırdım, siz bana tarihimizi anlatıyorsunuz, iyi ama bu detayları nasıl öğrendiniz?” diye sorunca, mahcup bir edayla başını öne eğdi ve,
– “Ben Pekin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesörüm” dedi.
– “Peki, burada ne yapıyorsunuz?” deyince de, aynı mahcup edayla başını duvara çevirdi ve dedi ki,
– “Gördüğünüz gibi bu lokantanın bütün duvarlarında yağlı boya resimler var, işte onları ben yaptım. Zaman zaman buraya gelip, resimlerimi izliyorum, onlara bakmak bana mutluluk veriyor.”

Eğer bir gün Pekin’e yolunuz düşer de o Mc Donald’s lokantasındaki muhteşem resimleri görme şansınız olursa, Türk dostu Çinli profesörün ve benim kulağımı çınlatmayı unutmayın. :)

Şimdi gelelim son günlerde Ülkemizde yaşanan can sıkıcı olaylara…

Türkiye ile Çin arasındaki iyi ilişkilerden rahatsız olan ve bozmak için her türlü fırsatı değerlendiren dış mihraklar olduğu hepimizin malumudur.

Özellikle;
– Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılmayı düşündüğünü açıklaması,
– bir NATO ülkesi olmasına rağmen, devrim niteliğinde bir kararla 3,4 milyar tutarındaki savunma amaçlı Çin füzelerini satın alacağını ilan etmesi,
– sadece Çin’in değil, Dünyanın da en büyük bankası olan ICBC’nin Türkiye’de bir banka satın alması,
– Ülkemizin dört bir yanındaki mermer, kömür, demir, krom ocaklarında Çinli yatırımcıların hızla artması,
– Shanghai Electric’in 3,5 milyar USD tutarındaki iki termik santral yatırımı örneğinde olduğu gibi, artık büyük yatırımcıların da Türkiye’yi keşfetmiş olmaları,
– Türkiye’deki Çin malı hızlı tren hattı yatırımları, metro ve tren vagonu ortak üretim projeleri,
– Türkiye’nin güneş ve rüzgar enerji santralleri alanlarında geniş imkanlar sunduğunu keşfeden Çinli firmaların ilgisini çekmesi,
– Ben 2004 yılında Çin’e yerleştiğim zaman yılda sadece 5.000 civarında Çinli turistin ziyaret ettiği Ülkemize, geçen yıl rekor bir seviyeye ulaşarak 200.000’i aşan sayıda turistin gelmesi ve bu sayının 2015 yılı sonunda 300.000’ini de aşacak olması,
– %90 civarında dış ticaret açığı içermekle birlikte, yıllık bazda 30 milyar USD seviyesine ulaşan dış ticaret hacmi gerçeği
gibi nedenlerden dolayı, iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihi bir gelişme göstermesi, tabii ki Türkiye düşmanlarını rahatsız etmektedir.

Aslında, 2012 yılında birbirlerini stratejik ortak olarak ilan eden Türkiye ve Çin arasındaki işbirliklerinin bu şekilde artması zaten bekleniyordu (ki, keşke Çin’deki Türk yatırımları da bu şekilde artsa).

Ancak, Çin’in 66 yıldır devam eden Uygur sorununu sanki Türkiye çıkarmış veya çözümü Türkiye’nin elindeymiş gibi bir hava yaratıp, sahte haberler ve fotoğraflar üreterek ve Uygur derneklerini de kullanarak iyi niyetli Türk gençlerini sokağa dökenler, aslında sadece iki ülkeye değil, akrabamız olan Uygurlara da zarar veriyorlar.

Şimdiye kadar sadece Türkiye’nin Milliyetçi duygularını tahrik ederek olay çıkartan o gizli eller, bu yıl daha kötüsünü yapıp dini duygularımızı istismar ettiler ve mübarek Ramazan ayını kullanarak, Çin Hükümeti’nin Uygurlara orucu yasakladığına dair sahte haberler çıkartarak gençlerimizi sokağa dökmeyi maalesef başardılar.

Bir kaç gün önce İstanbul’daki bir Türk Vatandaşına ait Çin lokantasını basan ve Çinli sandıkları Uygur aşçıyı tartaklayan zihniyet, dün de Sultanahmet Meydanı’nda gördükleri Güney Koreli turistleri Çinli sanıp üzerlerine saldırdılar.

Öte yandan aynı haberleri ciddiye alarak Çin Büyükelçiliği’ne sert bir uyarıda bulunan Dışişleri Bakanlığımız, anında yalanlama yapan Çin Hükümeti’nin haklı tepkisine maruz kaldı.

Bu gelişmelerle ilgili haberleri aşağıdaki linklerde görebilirsiniz:
İstanbul’daki bir Çin lokantasına saldırı: www.hurriyet.com.tr/gundem/29433234.asp
Çinli sandıkları Koreli turistlere saldırdılar: www.milliyet.com.tr/sultanahmet-te-cinli-sandiklari-gundem-2083240/
Marmaris’te Çin parkı protestosu: www.haberturk.com/gundem/haber/1099270-marmariste-cin-parki-protestosu
Çinliler özgürlüğü artırıyor: www.aydinlikgazete.com/dunya/cin-baskiyi-degil-ozgurlugu-artiriyor-h73192.html
Dışişleri Bakanlığı’mızın Çin’e Uygur tepkisi: www.hurriyet.com.tr/dunya/29420206.asp
Çin’in cevabı: www.hurriyet.com.tr/dunya/29430923.asp

Samimiyetle ifade etmeliyim ki, bir Türk olarak, tabii ki ben de bugün Sincan Uygur Özerk Bölgesi olarak adlandırılan toprakların, 1949 yılında Çin egemenliği altına girmeden önce olduğu gibi, Doğu Türkistan Cumhuriyeti olarak yaşamını bağımsız olarak sürdürüyor olmasını tercih ederdim, ama bugünün gerçeği Türkiye’nin suçu değil ki…

Aynı şekilde, Moğolistan’a gittiğim zaman ziyaret ettiğim Tonyukuk Anıtları’nın bulunduğu toprakların hala bizim Ata yurdumuz olmasını, hadi biraz daha yakın tarihe gelirsek, 700 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalan, 3 kıtaya yayılmış 63 ülkenin (http://www.frmtr.com/garip-olaylar/1866948-osmanli-topraklari-uzerinde-kurulan-devletler.html) bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kalmasını ve Dünyanın en güçlü ülkesinin Türkiye olmasını da çok ama çok isterdim.

Fakat görüldüğü üzere, tarih sadece bizim arzu ve isteklerimizin doğrultusunda yazılmıyor.

Örneğin, nasıl ki biz;
– Yunanlılar bizim Ege’deki 12 Adalarımızı işgal ettiler diye Uygurların İstanbul’daki Rum meyhanelerini basmalarını veya o Adaları Yunanlılara İtalyanlar verdi diye Çin’deki İtalyan lokantalarını dağıtmalarını talep etmiyorsak ya da
– bizim olan Musul’u ve Kerkük’ü vermiyorlar, aslında o petrol yatakları bizim diye Iraklı Kürtleri asıp kesmelerini istemiyorsak veya
– 1989 yılında Bulgar zulmü nedeniyle Türkiye’ye göç eden 346.000 soydaşımız (http://yenieksen.com/bulgaristanda-yasayan-turkler-anavatana-siginali-25-yil-oldu/) için o zaman Bulgarlara niye kafa tutmadın ey Uygur kardeşim! diye hesap sormuyorsak,
kimsenin de bize bu Uygur faturasını kesmeye hakkı olamaz!

Allah korusun, Türkiye’deki bu gelişmelere bakarak, Çinli gençler de Çin’deki Türk lokantalarına ve Vatandaşlarımıza saldırsalar (ki, geçtiğimiz yıllarda Japonya’ya kızdıkları zaman Çin genelindeki Japon firmalarına, Japon marka otomobillere ve sokakta gördükleri Japonlara nasıl şiddet uyguladıklarını gördük), bunun hesabını kim verecek, o masum Uygur kardeşlerimiz mi?

Olaya bir de şu açıdan bakalım;

2009 yılında Cumhurbaşkanımız sayın Abdullah Gül’ün Çin’i ve Urumqi’yi ziyareti ile tarihi bir dostluk ve işbirliği düzeyini yakalayan Türkiye – Çin ilişkilerinin, nedense (!) sadece bir kaç gün sonra patlayan o talihsiz olaylar nedeniyle maksimum düzeyde zarar görmesi; “Uygur kardeşlerimiz, Çin ile aramızda güçlü bir köprü kurmamızı sağlayacaklardır” diyen Türkiye’nin mi, “bunu biz de çok isteriz” diyen Çin Halk Cumhuriyeti’nin mi, yoksa arada ezilen Uygur kardeşlerimizin mi menfaatine oldu? (www.hurriyet.com.tr/gundem/12021902.asp)

Bu arada, geçen yıl Çin’in Kunming kentinde meydana gelen ve 29 sivilin öldürüldüğü terör olayında, özellikle Türk Bayraklı t-shirtler giyerek poz veren ve bu yolla Türkiye’yi özellikle Çinlilerin aklına düşürmeye çalışan Uygur teröristlerin Türkiye dostu olduklarını söyleyebilir misiniz?

O olaydan sonra sosyal medyada esen Türkiye aleyhtarı havanın, 2013 yılı sonuna kadar düzenli olarak artış gösteren Türkiye’nin Çin’e ihracatının tepe taklak olmasında önemli bir paya sahip olduğuna inanıyorum.

11 yıldır Çin’de yaşayan ve ticaret yapan bir Türk işadamı olarak, elimi kolumu sallaya sallaya Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ni ziyaret ettim, otellerinde kaldım, lokantalarında yemek yedim, ayrıca Şanghay’da, Pekin’de, Urumqi’de, Guangzhou’da yaşayan pek çok Uygur tanıdım ki, içlerinde üst düzey yöneticiler de var.

Türkiye’de çıkan haberler nedeniyle üç gün önce Urumqi’ye giden bir Türk gazeteci arkadaşımı dün (4 Temmuz 2015) aradım ve durumu sordum, kendisi hiç bir sorun görmediğini, basında çıkan oruç yasağı haberlerinin doğru olmadığını, iftar sofralarını bizzat gördüğünü, hatta katıldığını ve zaten sokaklarda bir gerginliğin de söz konusu olmadığını, hayatın normal seyrinde sürmekte olduğunu söyledi.

Ama illaki bir zulüm görmek istiyorsanız, ben size onu da gösterebilirim, şöyle ki;

1,3 milyar nüfuslu Çin’in her bölgesindeki yüzlerce şehirde yüzlerce Uygur lokantası, sokaklarda şiş kebap ve Uygur ekmeği ya da kuruyemiş çeşitleri satan binlerce Uygur girişimci ve o işletmelerde çalışan onbinlerce Uygur var, sağolsunlar onların sayesinde Türk lokantası bulunmayan şehirlerde domuz eti kuşkusu olmadan yemek yiyebiliyoruz.

Maşallah lokanta işletmeciliğinde çok ta başarılılar, örneğin Şanghay’daki bir Uygur lokanta zinciri geçtiğimiz aylarda 11. şubesini açtı, hatta bazılarında Türk aşçılar da çalışıyor (ki, ikisini şahsen tanıyorum).

İşte o binlerce Uygur işletmesinin önünde öğlen ve akşam yemekleri için sıraya giren yüzbinlerce müşterinin büyük çoğunluğu ise Uygurlar değil, Çinli müşterilerdir.

Ve o Uygur patronlar, Çinli müşterilerden kazandıkları paraları istiflerken o kadar çok yoruluyorlar ki, isterseniz siz buna bir çeşit Çin zulmü diyebilirsiniz! :)

Şaka bir yana, benim zoruma giden de bu, gözümüzün önündeki Uygurlar Çinlilerle el bebek, gül bebek geçinirken, daha Çin’i bile görmemiş saf gençlerimiz, Uygurları kurtaracaklarını zannederken kendi Ülkemize zarar veriyorlar.

Ben olaylara objektif bir gözle bakıyor ve kendi gözümle gördüğüm gerçekleri aktarıyorum yoksa Çinliler Uygurlara hiç baskı yapmıyor, Sincan’ın her yerinde hayat güllük gülistanlık demiyorum, zaten benim 16 yıllık HARÇLIK (www.harclik.net) Okurlarım böylesine hayali bilgileri paylaşmadığımı bilirler.

Sadece Türk basınında pompalandığı gibi, Çinlilerin Uygurları her gördükleri yerde asıp kestikleri, işyerlerinde, okullarda veya hastanelerde fırsat eşitliği tanımadıkları yani kısacası yaşam hakkı vermedikleri şeklinde uydurulan haberlerin gerçek olmadığını anlatmaya çalışıyorum.

Terör olaylarının dışında yaşanan münferit olaylar varsa da, bizim bunları bilmemiz ve analiz edebilmemiz tabii ki mümkün değildir, ama sadece o söylentilere bakarak İstanbul’da Çin lokantası basan ya da sırf Çinli diye turistlere saldıranları hoş görmemiz de beklenemez!

Eğer bana;
– “Çin’deki fabrikalarda ve işyerlerinde çalışan, ya da okullarda okuyan Uygurlara zulmedildiğine dair çıkan haberler ne kadar doğrudur?” diye sorarsanız, kendi gözlemlerime dayanarak vereceğim cevap şöyle olacaktır;
– “Amerikalıların Midnight Express filmi ne kadar gerçekçi ise, bu haberler de o kadar gerçekçidir.”
(Not: O filmin kahramanı Billy Hayes, yakın zamanda Amerikan basınına yaptığı açıklamalarda, filmde çarpıtılan Türkiye görüntüsü yüzünden vicdan azabı duyduğunu itiraf etti. https://tr.wikipedia.org/wiki/Geceyar%C4%B1s%C4%B1_Ekspresi)

Velhasılı, sahte Uygur haberleri sadece Türk-Çin ilişkilerine değil, Uygur Türklerine de zarar vermektedir, bu gerçekten hareketle Hükümetimizin de, Muhalefet partilerimizin de, basınımızın da, sosyal medya kullanıcılarımızın da bu konuya itidalli yaklaşmaları ve aklı selim davranışlar sergilemeleri, Türkiye’nin Milli menfaatlerinin gereğidir.

Zaten 2014 yılında 25 milyar USD ithalata karşılık sadece 2,8 milyar USD ihracat yapabildiğimiz için, Çin’e verdiğimiz dış ticaret açığı %90 gibi utanç verici bir orana ulaştı, bari turizm ve Çin yatırımları sayesinde bu açığı azaltalım.

Özellikle turizm çok hassas bir sektördür, tam da Çinli turistler akın akın güzel Ülkemize gelmeye başlamışken, onları tedirgin edecek her türlü olumsuzluğun önüne geçmek zorundayız.

Aksi halde, yaklaşık 3 yıldır hergün Pekin, Şanghay, Guangzhou ve Hongkong’dan, resmi verilere göre ortalama %97 doluluk oranıyla kalkan ve bu sayede rakiplerinden iki kat daha pahalıya bilet satmakta olan Türk Hava Yolları’nın uçakları, Japonya’da olduğu gibi boş koltuklarla uçmaya başlayabilir.

Çünkü bu yılın başında IŞİD canavarları tarafından başları kesilerek infaz edilen Haruna Yukava ve Kenji Goto adlı, biri gazeteci iki Japon rehineden sonra, Türkiye’ye giden Japon turistlerin sayısı adeta dibe vurdu.

Zaten, Nevşehir’in Göreme Beldesi’nde 22 yaşındaki Japon turist Mai Kuriharac’ın bıçaklanarak öldürülmesi ve arkadaşı aynı yaştaki Hoshie Teramatsu’nun da yaralanması henüz hafızalardaki tazeliğini koruyordu ki, bu tatsız haberlere bir de son yıllarda Kapadokya’da yaşanan talihsiz balon kazaları eklenince Japon turistlerin Türkiye tutkuları büyük darbe aldı.

İşte bu nedenlerden dolayı, THY Japonya’daki turizm acentelerine 50 USD’a kadar düşen fiyatlarla bilet teklif ettiği halde, İstanbul – Tokyo ve İstanbul – Osaka uçuşlarındaki doluluk oranları hala çok düşük seyrediyor.

İnşallah son günlerde hepimizi tedirgin eden bu sahte Uygur haberleri yüzünden, Ülkemiz ve Vatandaşlarımız daha büyük zararlara uğramazlar.

Unutmamak gerekir ki, 2009 yılında yaşanan talihsiz Urumqi olayları sonrası, sayın Başbakanımızın, o, akıllara ziyan “soykırım” benzetmesi nedeniyle dibe vuran Türkiye-Çin ilişkileri, o tarihteki sevgili Pekin Büyükelçimiz sayın Murat Salim Esenli’nin olağanüstü çabaları ve Ekonomi eski Bakanı sayın Zafer Çağlayan ile Maliye Bakanı sayın Mehmet Şimşek’in peş peşe ve olağan dışı bir sıklıkla gerçekleştirdikleri Çin ziyaretleri sayesinde ikili ilişkileri zor düzeltebilmiştik.

Dilerim bu defa olsun sağduyu galip gelir ve ilişkilerimiz daha fazla gerilmeden, bu badireyi atlatırız ve Türkiye düşmanları da avuçlarını yalarlar.

Naçizane önerimi soracak olursanız, aslında Ankara’nın atacağı en akıllı adım; Bakan veya Başbakan hatta Cumhurbaşkanı düzeyinde acil bir Çin ziyareti organize ederek, Urumqi’de bir iftara katılması ve gerçeği kendi gözleriyle görmesi olurdu.

Haydi Ankara, kısa vadede Uygur kardeşlerimize yapabileceğin en büyük iyilik bu olur ve onların yalnız olmadığını da hem Çin Halk Cumhuriyeti’ne, hem de tüm Dünyaya göstermiş olursun.

Terörden çok çekmiş bir ülke olan Türkiye’ye de böyle bir olgunluk yakışır.

Bu vesileyle Milletimize ve Uygur kardeşlerimize hayırlı Ramazanlar diliyorum.

Selam ve sevgilerimle.

Zafer KARADAĞ
www.harclik.net
5 Temmuz 2015, Şanghay

ZaferKaradag hakkında

www.harclik.net www.karya.biz www.gen-turk.com Email: zaferkaradag@gmail.com Cep / Whatsapp: +86-131-2753 7434 Skype / Wechat: zaferkaradag
Bu yazı Yazılarım kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.